"Hayatımızı Şekillendiren Ekranlar"


Diziler, yalnızca birer eğlence aracı değildir; aynı zamanda toplumsal algıyı şekillendiren, değer yargılarını etkileyen güçlü bir iletişim aracıdır. Ancak günümüz dizilerinde verilen mesajlar, çoğu zaman düşündüğümüzden daha derin ve olumsuz etkiler bırakabiliyor. Bu yapımlar, bize sadece hikâyeler anlatmıyor; aynı zamanda hayatı nasıl görmemiz gerektiğini, neyin "doğru" ve neyin "yanlış" olduğunu da alttan alta dikte ediyor.


Sevmediğin biriyle evlendin diye başka birini sevmek ve aldatmak, bir çözüm olarak gösteriliyor. Sadakat ve dürüstlük gibi kutsal değerler, romantize edilen yasak aşklar uğruna hiçe sayılıyor. Ya da mutsuzluk, içki şişelerinde ve öfke patlamalarında çözülmeye çalışılıyor. Bu senaryolar, sorunlarla baş etmenin sağlıksız yollarını meşru bir seçenek gibi sunuyor.


Kötüler, her zaman daha güçlü, daha karizmatik, daha başarılı… İyiler ise ezilmeye mahkûm, güçsüz ve çaresiz. Bu algı, topluma “iyilik güçsüzlüktür” mesajını veriyor. Bir yanda kötülerin kazandığı bir dünya tasviri, diğer yanda lüks ve şatafatın başarı göstergesi olarak sunulması... Peki ya gerçekler?

 

 

Aile içinde sevgi, hoşgörü ve anlayış görmek isterken, karşımıza hep aynı klişeler çıkıyor. Despot anneler, sert ve sevgisiz babalar, sürekli kötü niyet taşıyan kaynanalar… Aile içindeki bu kısır döngü, diziler aracılığıyla seyirciye aşılanıyor ve gerçek hayatta daha sağlıklı ilişkiler kurmanın yollarını unutturuyor.

 

Gençler ise bu yapımların en savunmasız izleyicileri. Aşk, popülerlik, lüks yaşam gibi kavramlar, onlara hayatın tek anlamıymış gibi sunuluyor. Henüz kendi kimliklerini keşfetme yolunda olan bu bireyler, sağlıksız rol modellerin etkisi altında kalıyor. Daha okul çağındaki gençler bile, “sevgilisi olmadan hayatın anlamı olmaz” mesajıyla şekillendiriliyor.

 

Ekranlarda gördüğümüz lüks yaşamlar, maddi zenginlik ve tüketim çılgınlığı, topluma bir hedef olarak dayatılıyor. Paranın kaynağı belli olmasa da, nasıl harcandığı bolca gösteriliyor. Orta halli bir yaşamın değersiz olduğu ima edilerek, izleyicilere sürekli daha fazlasını istemeleri gerektiği mesajı veriliyor.

 

Tüm bu mesajların ardında kapitalizmin acımasız bir propagandası var. İhtiyacımız olmayan şeylere sahip olmak için çabalamamız, asla yetinmememiz ve her zaman daha fazlasını istememiz gerektiği düşüncesi aşılanıyor. Sıradan insanlar, işçiler, esnaflar bu hikâyelerde yok; onlar yerini, rezidanslarda çalışan, lüks restoranlarda yemek yiyen karakterlere bırakıyor.

 

Oysa hayat, dizilerde gösterildiği kadar siyah beyaz değil. Gerçek mutluluk, pahalı kıyafetlerde ya da gösterişli mekanlarda değil; sevgi, anlayış ve dürüstlükte saklı. Bu yüzden ne izlediğimizin ve neyi izlettirdiğimizin farkında olmalıyız. Ekran başında geçen zaman sadece bir eğlence değil, aynı zamanda bir eğitimdir.

 

Televizyonu kapatmak ya da bilinçli seçimler yapmak bizim elimizde. Kendimiz ve çocuklarımız için daha iyi bir dünya istiyorsak, ne izlediğimize dikkat etmeliyiz. Unutmayın, sağlıklı bir toplum, sağlıklı mesajlarla şekillenir. "İzlemeyin, izletmeyin" diyerek başlayabiliriz. Çünkü değişim, ekran başında değil, gerçek hayatta başlar.

Kadın Dergisi 18 Yaşında!

Avrupa’ın ilk ve tek en uzun soluklu dergisi KADIN 16 yaşında.